İletişim, sadece kelimelerden ibaret midir? Sadece ağızdan çıkan sesler, kağıda dökülen harfler mi bizi birbirimize bağlar? Eğer öyle olsaydı, aynı dili konuşan tüm insanlar mükemmel bir uyum içinde yaşar, en ufak bir yanlış anlaşılma bile yaşanmazdı. Oysa hayat bize bunun tam tersini gösteriyor. Bazen en yakınımızdaki insanla bile anlaşamazken, hiç tanımadığımız bir yabancıyla anında bir bağ kurabiliriz. İşte bu yüzden, "aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir" sözü, bence iletişimin en temel ve en derin gerçeğini yansıtıyor.
Kelimenin ötesinde bir bağ kurmak, sadece dilin gramer kurallarıyla veya sözcük dağarcığının genişliğiyle ilgili değildir. Bu, ruhlar arası bir frekans yakalama sanatıdır. Duygusal zeka, empati ve ortak deneyimler, kelimelerin köprü kuramadığı yerlerde imdadımıza yetişir. Gözler, mimikler, ses tonu ve hatta sessizlik bile, en karmaşık düşünceleri ve duyguları aktarabilir. Tıpkı bir müzisyenin enstrümanından çıkan notalar gibi, kalpten çıkan duygular da en saf ve anlaşılır haliyle karşı tarafa ulaşır.
Bu durumun en çarpıcı örneğini bizzat yaşadım. Norveç'e ilk geldiğimde, yerel dili öğrenmek ve insanlarla bağ kurmak için çok çaba harcıyordum. Bir konuşma kulübünde, kendimi ifade etmek için Norveççe kelimeleri yan yana getirmeye çalışıyordum. Ağzımdan çıkanlar, bir Norveçli için anlamlı bir cümle oluşturmaktan çok uzaktı. Yanımdaki Norveçli, ne anlatmaya çalıştığımı anlamakta zorlanıyordu. Hatta yüzünde oluşan o hafif şaşkınlık ve anlayamama ifadesini hâlâ net bir şekilde hatırlıyorum.
Ancak, gariptir ki, yanımda farklı bir ülkeden gelen ve benimle aynı kaderi paylaşan bir göçmen, ne demek istediğimi hemen anladı. Belki de aynı zorlukları, aynı gurbet hissini, aynı yeni bir hayata adapte olma çabasını paylaştığımız için, kelimelerin ötesindeki anlamı yakalayabilmişti. Daha da ilginç olanı, o göçmen çocuk, benim ne demek istediğimi Norveççe bir açıklamayla karşımdaki Norveçli'ye anlattı. Sanki ben eksik harflerden oluşan bir bulmaca sunmuştum, o ise eksik parçaları tamamlayarak resmi görünür kılmıştı. Kelimelerin eksikliğini, ortak bir duygusal zeminde kurduğu köprüyle tamamlamıştı.
Bu olay bana şunu bir kez daha gösterdi: Bir dilin gramerini bilmek, o dilde uzmanlaşmak anlamına gelmez. Gerçek iletişim, iki insan arasında kurulan duygusal bağla başlar. Aynı dili konuşan iki insan, aynı duyguları paylaşmadığında birbirine yabancılaşabilir. Oysa farklı dilleri konuşan iki insan, ortak bir acıyı, sevinci veya hayal kırıklığını paylaştığında anında bir bağ kurabilir. Bu bağ, dilin duvarlarını yıkar, coğrafi sınırları ortadan kaldırır. Çünkü insanı insana bağlayan en güçlü bağ, kalbin sesidir.
Bu, dünyayı daha hoşgörülü ve anlayışlı bir yer haline getirebilir. Farklılıklarımızla birlikte var olabildiğimiz, kelimelerin ötesinde birbirimizi anlayabildiğimiz bir dünya. İşte bu yüzden, kelimelerin büyüsüne kapılmak yerine, kalplerimizin dilini dinlemeliyiz. Çünkü asıl anlaşma, aynı duyguyu hissettiğimizde başlar. Gerçek iletişim, kelimelerle değil, kalplerle kurulur.
Çok güzel bir içerik olmuş teşekkürler